4.12.2013

iPhone şarjı olan var mııı?


Mahallenin başını sonunu tutan halk ekmek büfelerinden anladık ki kriz bize erken geldi. 20 kuruşa aldığımız ekmekleri yiyip çocuk yaptık. Nüfusumuz 22 Ekim 2000’de 68 milyona ulaştı. Eylül ayında ilk kez Taksim-Levent metrosuna bindik. Karşımızda Roll okuyan biri, Roll’un kapağında yanlış hatırlamıyorsam Peter Murphy vardı.

Okuyan da, okunan da bize benziyordu. Fonda, Radiohead’den, ‘How To Disappear Completely’ çalıyordu. Malatya’da doğup Paris’te ölen bir Ahmet Kaya’mız, Filistin’deki bir duvar dibinde, babasının feryatları içinde kurşunlanıp öldürülen bir Muhammed Cemal’imiz oldu.

Depremden sağ çıkmış, çıkamayanların altın dişlerini sökmüştük. Basma etek giyip, çocuklarına düdüklüde mısır haşlayan anneler, önce beyaz camda yakışıklı bir psikologla sonra da ‘panik atak’ diye bir hastalıkla tanıştı. Geceleri ha bire uyanıp kocalarına ‘sallandık mı?’ diye sordu. Cevap gelmedi. Kocalar psikolojiden anlamıyordu, üstelik yakışıklı da değillerdi. 


Derste söz alanlarımızın iki lafından biri ‘küreselleşme’ oldu. Yoksulluktan, şiddetten, ulus-devletten, ekonomik krizden filan söz ederken, iki elimizin işaret ve orta parmaklarını birleştirip havada iki kere indirip kaldırdık, söylediklerimiz tırnak içindeydi ve illa ki ‘political correct’ti. Biz yine bir gün herhangi bir konuyu tırnaklamakla meşgulken, İtalya’da G8 zirvesini protesto edenlerden, akranımız Carlo Giuliani polis kurşunuyla hayatını kaybetti.

Bir gün okuldan erken çıktık, otobüse bindik. Cam kenarında eylül güneşinin altında terleye terleye Barış Bıçakçı’nın ‘Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’sini bitirdik. Eve geldik, zili çaldık. Annemiz, kapıyı açıp telaşla tekrar salona, televizyonun karşısına koştu. “Gel kızım gel, Amerika’da bir uçak kaza yaptı, gökdelene çarptı!” dedi. Tam o sırada bir uçak daha ‘kaza yaptı.’ Annemizle birbirimize baktık. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bildik. Tebrikler! 


ABD, iade-i ziyarette gecikmedi. Iraklıları ve Afganistanlıları ‘kaza’ ve ‘kader’e inandırdı. ’ Fonda Noir Desir’den ‘Des Armes’ çalıyordu. 1 Aralık 2002’de Çağlayan’da toplandık, “Size Irak, bize yakın” dedik. Tezkereyi çıkarmadık ama savaşı da bitiremedik.

Edebiyat ve sinemada ‘fantastik’ olanın makbul olduğu zamanlardı. Ama bir yandan da ‘gerçeklik’ tırmanıştaydı. Hem Harry Potter okuduk hem Umut Sarıkaya’ya güldük. Hem Yüzüklerin Efendisi’ni izledik hem Türk sinemasının bizi bize anlatan yönetmenlerini bağrımıza bastık.

Esnaf lokantalarının, kitapçıların birer Starbucks şubesi oluşunu izledik. Kazım Koyuncu’yu uğurladık. Fonda, Duman’dan ‘Seni Kendime Sakladım’ çalıyordu. Orhan Pamuk Nobel aldı, o alınca biz de almış olduk. Hrant’ı vurdular, biz yere düştük! 


2000’lerin başında hepimiz birer Tyler Durden, Marla Singer’dık. 2000’lerin sonunda el ele tutuşup IKEA’ya gittik. Polar battaniyeler, porselen tabaklar aldık. Evlerimiz, arkadaşlarımızın evlerine benzedi. Türkiye İsveç olmadı.Sanki hep varlardı gibi hissetsek de aslında, AKP, Facebook, Twitter, Lady Gaga gibi ‘şeylerle’ de bu son on yıl içinde tanıştık.

Diyeceğim, şehrin fiyakalı semtlerinde şubeleri olan bir spor salonuna üye, sigara ‘kullanmayan’ “Savaş bir yandan da iyidir, birçok ilaç savaş zamanında bulunmuştur” filan diyebilecek, Apple’a Steve Jobs’dan daha bağlı, internetten yemek sipariş eden, evinde bir gün olsun menemene yumurta kırmamış, kadınlara nasıl sarılacağını, erkekleri nasıl öpeceğini, çocukları nasıl seveceğini bilmeyen düz bir adam gibiydi 2000’ler. Ve şu an dünyanın tüm ofislerinde, “iPhone şarjı olan var mııı?” diye bağırıyor.

"Elif Türkölmez, 2010"

Pixies - Where Is My Mind

0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...