17.11.2013

Hatırlamak ve Baudelaire


Prag ve Kafka… Birini diğerinden ayırmak adeta olanaksızdır. Bugün ne Kafka’sız bir Prag ne de Prag’sız bir Kafka düşünülemez. Biri diğerini doğurmakta, diğeri ise birinin batıya özgü rahatsızlıklarını, huzursuzluklarını yansıtmaktadır.

Bir mekanın ruhsal boyutları o mekanda yaşanılanlarla ölçülür. Bir mekanın havası, atmosferi soyut bir olay değildir; somuttur ve somut olmasını salt binalara, taşlara, duvarlara, kaldırımlara bağlayamayız. Prag bu bağlamda eşittir gelenek, eşittir gizem: dar merdivenler, daracık sokaklar, gece vakti gölgelerin kaynaştığı meydanlar, kuleler ve kiliseler, Yahudi Ghettosu’nun kalıntıları ve anıları, simyacılar sokağı ve 17.yüzyıldan kalma evler, heykeller ve tedirginlikler. Duruşmalar ve korkular, eski saraylar, baskılar ve içten içe kaynayan, kanayan dehşetler…

Kimliğini açıklayan mekanların yanında yaşadıkları dehşetleri unutan, maskeleyen mekanlar: onarımdan geçen kaleler, zindanlar ve mahzenler…

Ve huzura kavuşanların son mekanı olan, halen yaşayanlara ölümün soğuk nefesini anımsatan mezarlıklar ve mezarlar…

Giovanni Scognamillo, Korkunun Sanatları kitabında böyle söylüyor. Korkunun mekanlarından bahsediyor. Anlatmak istediğim bunlar değil aslında. Yani korkulardan bahsetmek ve bunu sanatla ilişkilendirmek değil niyetim.

Yazmaya başladım ve tanıdık bir yüz geldi aklıma. Korkan ama korkuyu başka bir insanın içine yağmur gibi bırakan bir adamın yüzü geldi aklıma. Nasıl anlatabilirdim bunu? Elbette ilişkilenmeliydi hatıralar birbiriyle ve bir insan bir şehri anımsatmalıydı, bir şarkı bir kadını, bir tren bir ayrılığı… Ölünceye kadar sıralar insan bu yürek kırıklıklarını. Her şey hatırlanır. Her şey hatırlatır. Onun yüzünden aklıma gelen yüzleri hatırladım ben de fakat yüz beni susturdu ve konuşmaya başladı:

Günah dolu bir gecenin ve yalnızlığın ardından aynaya bakmak zordur. Çünkü birbirine bağladığımız kötülükler var. Birbirinden ayırdığımız iyilikler az evvel barış ilan ettiler. Bu yüzden kötülük en yakın arkadaşım benim; yüzümde gezinmen gibi, haddimi bildirmen gibi, boynuma sarılman gibi, işkence odaları gibi, buğday tarlaları gibi. Sabah ışıkları hep can sıkıcı ve geceler çok kalabalık. Bu aralar tren biletlerini ucuza satıyorlar fakat gidecek bir yerim yok. Yorgunum sabahlara kadar gezmekten. Bu korku dolu adam hayatında ilk defa hüzünle tanışıyor anlaşılan. İncelik bir korkunun hazinesidir.Yalanlardan bahsetmek istiyorum sana. En yakın iticilikten dem vurmak istiyorum. Tanrım, her şey nasıl da sıradan! Boğuluyorum bunca gerçek insan arasında. Artık bir şehir, bir tablo, bir şiir yetmiyor. Dahasını istiyor canım; dahasına içim yetmiyor.

Sonra ikimizde sustuk. Zaten susuyorduk. Kelimeler birbirimizin harf olarak yansımasıydı sadece; anlamsız bir konuşma, o kadar.

O adam kim mi?
O adam, Charles Baudelaire. Mutsuz bir çocukluk geçirdiği söylenen, melankolik ve yalnız adamın yüzü bugün benimle konuştu. O ki bir şiirinde “hem bıçağım hem de yara” derken varoluşu anlatan ve bunu hiçbir acı düşkünlüğü arayışına girmeden yapan adamın yüzüdür.


Siz de bir hikaye, bir yüz hatırlayın hemen şimdi. Ne kadar yalnız ve ne kadar kalabalık olduğunuzu fark etmenin en çıkarsız yolu bu.
 
Jessy Greene - In Crimson

0 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...