31.10.2011

Video : Soko - I Thought I Was An Alien


Fransız şarkıcı ve oyuncu ütopik dişi Soko aka Stephanie Sokolinski yıllar önce I'll Kill Her parçasıyla albümsüz bir fenomen haline gelmişti. Parça o kadar sevildi ve kulaktan kulağa bir çığ gibi yayıldı ki yıllarca bir albüm beklendi. Ve sonunda Soko Şubat 2012 'de I Thought I Was An Alien isimli bir albüm yayınlıyor. Aşağıda ki video ise Soko ve ünlü yönetmen Spike Jonze işbirliğince hazırlanmış. İPhone ile filme alınan video için kullanılan mekan Los Angeles'daki Echo Park. Bu arada gözümüz aydın dünya nüfusumuz 7 milyar olmuş. Artık dünya dışı varlıklar bu insan bolluğuna ilgisiz kalmayacaklardır sanırım.


Soko - I'll Kill Her

Soko: Alien Love on Nowness.com.

Grimes- Oblivion



23 yaşındaki Montreal'li Grimes esas ismiyle Claire Boucher'in sesinden karanlık ama insanın içini gıdıklayan tatlı pop melodileri. Ayrıca her yönden fay hattında yaşayan bir ülkenin sürekli değişen gündemi. Riyakarlık, pişkinlik, su katılmamış milliyetçilik, dokunsan ağlayacak arabesk bir damar, popüler kültürün beslediği bir türkücü, popçu, rockçı hegemonyası, bitmek bilmeyen ülke meseleleri. Murathan Mungan'ın dediği gibi "Türkiye'de her şey olabilirsiniz, ama asla rezil olamazsınız."

Hepinize Mutlu Pazartesiler...

Grimes- Oblivion

Grimes- Vanessa

27.10.2011

Happy Birthday


Bir Ekim ayının yirmiyedisimiydi bilmem, doğmuşum bir kere. Dikey yada yatay farketmiyor, ömür çizgisi ilerliyor mutsuzluk üstüne. 20'li yaşlar çoktan tarihe gömüldü, darısı 30'lu sayıların başına. Uzun geceler kısa günler, kısa geceler upuzun günler. Kısa çöpü çeken hep diplerde yaşamaya mahkum. Sokakta bir kedi en beyazından, duvarda bir kuş resmi, cebimde en güzelinden bir çift göz. Gün gelir herkes en çok sevdiğini anlar, kaşla göz arasında. Durmadan bir otobüs gidiyor Ankara'dan İstanbul'a sabah ayazında. Ateşim çıkıyor alıp başımı gidiyorum tutsak ruhların dolaşmadığı şehirlere. Bir yılın en soğuk akşamında çok üşümek istiyorum bir başıma.

"Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım..."


Jon Fratelli - Rhythm Doesn't Make You A Dancer

Pacific! - Hot Lips

The Byrds - Turn! Turn! Turn! (To Everything There Is a Season)

Dengue Fever - Lost In Laos

25.10.2011

Mazzy Star Dönüyor


Yağmurlu gecelerimizin fon müziği Mazzy Star yaklaşık 15 yıllık bir aradan sonra, 31 Ekim'de yayınlayacağı yeni single "Common Burn/Lay Myself Down" ile aramıza tekrar dönüyor. Mazzy Star son olarak 1996 yılında "Among My Swan" albümünü yayınlamıştı. Hayatta herşey bir noktadan sonra özüne başladığı noktaya geri dönüyor sanırım.


'Common Burn'



'Lay Myself Down'

24.10.2011

Gözümüz Aydın


Madchester dönemine yön veren en önemli gruplardan biri olan Stone Roses yıllardır beklenen, 15 senedir kulaktan kulağa bir şehir efsanesi gibi yayılan o güzel haberi vererek önümüzdeki yıl başlayacak bir konser serisi için tekrar bir araya geldiklerini bir basın toplantısı ile açıkladılar. Sosyal medya da büyük bir yankı uyandıran haber için eski Oasis biraderlerden Liam Gallagher ise şöyle demiş "Çocuklarım dünyaya geldiğinden beri bu kadar sevinmemiştim." Yollarının bize de düşmesi umuduyla gözümüz aydın diyoruz sevgili Ali Ece. Son söz limon biber gazına iyi gelir.

Herkese Mutlu Pazartesiler...

The Stone Roses - She Bangs The Drums

The Stone Roses - This Is The One

15.10.2011

Izgaradaki Tedirgin Lüfer


bir gün saat üçte köprüde
üç martı insanlara bakıp imrenecek
bir adam iri bir lüfer çıkaracak denizden...

Bugün 15 Ekim yeni bir bayramımız var artık. Lüfer Bayramı. Lüfer boyuna göre küçükten büyüğe defne yaprağı, çinekop, sarıkanat, lüfer ve kofana diye sıralanan bir balık türü. Bilindiği üzre Metro grubu torunlarımız lüfer yiyebilsin diye çinekop ve sarıkanat satmıyoruz diye bir karara imza atmıştı. Ayrıca Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı avlanma limiti 14 cm'den 20 cm'ye çıkardı. Yasağa rağmen yurdumun pratik zekalı insanları lüfer yavrularını ince çinekop ve ince istavrit adı altında satmaya devam ederek lüfer kıyımı yapıyorlar. İşin aslına bakarsanız dişi lüferlerin 25 santime ulaşınca bile anca yüzde 60'ının yumurtlayabildiğini düşünürsek, bu balık 20 santimde bile ne kadar üreyebilecek. Oysaki dünya üzerindeki en lezzetli balıklardan birisi boğaz lüferidir. Bu balık tam bir İstanbul beyfendisidir. Bir söz söz vardır lüferden sonra palamut yemek, attan inip eşeğe binmek gibidir. Birde lüfer rakı ile birlikte yenmezse piç olur. Şairin dediği rakı şişesindeki balık işte bu balıktır. Lüfer bayramımız kutlu olsun ve darısı tüm sazanların başına. Bu arada Janıthın senin ki kaç santim...


The Waterboys - Fisherman's Blues

14.10.2011

Blouse - Time Travel


"Deli" dediler bana: "Budala" diyorlar sana. Seni mi, beni mi hangimizi kıskanıyorlar acaba?

Blouse - Time Travel

13.10.2011

The ABC Club


Ada çoğrafyasının Leeds yöresinden Zandra Klievens isimli hoş sesli bir bayanın önderliğinde The Smiths ve The Strokes etkileşimli bir müzik yapan bir grup The ABC Club. Ey açık sınırlarda durmayan tedirgin gecenin uykusuzları; The ABC Club Kafka'dan Milena'ya misali referans mektupları sağlam bir grup ve takipte kalmakta ehemniyet var.

The ABC Club – Get Set Go

12.10.2011

Ipso Facto


You have not known what you are,
You have slumber'd upon yourself all your life,
Your eyelids have been the same as closed most of the time,
What you have done returns already in mockeries,
The mockeries are not you,
Underneath them and within them,
I see you lurk.

" Walt Whitman"

Ipso Facto - Six And Three Quarters

11.10.2011

Fabrika Kızı



Gün batarken her akşam, bir kız geçer kapımdan. Köşeyi dönüp kaybolur, başı önde yorgunca...


Bora Ayanoglu - Fabrika Kızı

10.10.2011

Moshi Moshi


Bildiğim kadarıyla Japonca'da alo anlamına gelen Moshi Moshi Londra merkezli bir Record Label. Son dönemlerdeki en beğendiğim şirketlerden biri olan Moshi Moshi Hot Chip gibi ağır abiler ligine emin adımlarla ilerleyen bir grubun ilk dönem albümlerini basarak ciddi bir şekilde dikkatleri üzerine çekti. Architecture In Helsinki, Au Revoir Simone, Block Party, Casiokids, Florence And The Machine, Friendly Fires, Hot Club De Paris, James Yuill, Late Of The Pier, Lykke Li, Pacific!, The Drums, The Wave Pictures, Tilly And The Wall, Hercules & Love Affair şirket bünyesinde müzik yapan önemli isimlerden bazıları. Bu arada Moshi Moshi ne kadar sevimli bir kelimedir ya.

James Yuill - No Pins Allowed

Summer Camp - Ghost Train

Casiokids - Gront lys i alle ledd

The Cocknbullkid - I'm Not Sorry

Fanfarlo - Drowning Men

9.10.2011

Phantogram – Don’t Move


Kış erken geldi, apansız çöküverdi şehrin üzerine. Gün ağarıyor, bulutlar tetikte. Bu sabah ağır bir yağmur düşebilir Eskişehir'e. Genç bir adam sabahın ilk ışıklarında şehrin boş sokaklarında dolaşıyor. Bu soğuk ekim ayında ağır bir yağmur düştü düşecek bu şehre.


Phantogram – Don’t Move


Bookmark and Share

Hayatın Neresinden Dönülse Kârdır Diyen Marmara’nın Nilgün’ü



Şair intiharlarına övgüler dizilmesine karşı çıkarken, yine de Pavese’nin, “Kendini öldürmek konusunda haklı bir gerekçesi olmayan kimse yoktur” dediğini de unutmayalım. Şairse, ürettiği şiirse eğer, yaşarken olduğu gibi, öldüğünde de şairdir... Demek istediğim, intihar, şair olmayanı şair yapmaz, yapamaz, yapmamıştır da...

Nilgün Marmara'yı hiç tanımadım; onu şiirlerinden biliyorum. “Kırmızı Kahverengi Defter” adlı kitabındaki biyografisi şöyle yazılmıştır: “1958’de doğdu; yirmi dokuz yıl sonra yeryüzünü terk etmeye karar verdi” İşte bu kadar kısa, yalın bir biyografisi var onun... Fotoğraflarındaki güzel yüzünü alıp gitmiş bir şair imgesidir Nilgün Marmara... Cüreti, güzelliği ve şiirlerinde en olmadık yerlerde ortaya çıkan imgeleriyle bende hep bir hayranlık duygusu uyandırmıştır. İntihar, hayatı yâdsıma halinin en son durağıdır; yâdsıma limitini tüketmiştir çekip giden... Kimileri “hayatın neresinde kalırsan kârdır” diyerek yaşamak için haklı gerekçelerini kullanır ve kalırken, kimileri de Nilgün Marmara gibi “hayatın neresinden dönülse kârdır” diyerek, ölmek için haklı gerekçelerini kullanır ve giderler... Kalmak, bir tercihse, elbette gitmek de bir tercihtir...

Düşünülürse, herkesin yaşamak için de, ölmek için de her zaman haklı gerekçeleri vardır; kimileri gerekçelerini hiç düşünmeden, kimileri bilmeden, kimileri de bu gerekçelerinin ikisinden birini bilerek, kullanarak yaşar ya da ölür... Zaten uzayın yaşına göre komiktir insanın yaşı; çoğu zaman intihar, ölümü biraz öne almaktır sadece. Bu yüzden intiharlara ağıt yakanlar, çok değil, en fazla otuz-kırk yıl sonra arkalarından ağıt yakılacaktır. Bu yüzden ölülere ağıt yakanların, kendileri sanki dünyaya kazık çakacakmış gibi durduklarına aldanmayın. Bir Fransız atasözü, “Bütün mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sananlarla doludur” der. Onlar da değil o gün, herkes gibi daha doğduklarında ölüme yazgılıdırlar. Ölmek için, önce doğmak gerekir; doğmayan biri ölebilir mi? Bu yüzden her doğum, bir ölümdür de aslında... Doğmakla birlikte ölmeye de başlarız; her gün biraz daha, her gün biraz...

Nilgün Marmara’nın şiirlerinde, onun evreninde gezinirken düşünüyorum da, böylesi uç duyarlıklarda gezinen, “hayat” ve “insan” için böyle acı sözler eden bir şairin, hayatla barışık olması da mümkün değilmiş zaten... Ece Ayhan, “Nasıl ki İsmet Özel, ‘Cumhuriyetle yaralı’ ise, Nilgün Marmara da ‘dünyayla yaralı’ idi” diyor... İntihar eden şairlerin, okurların ilgi odağı olabildiği bu ülkede, yinelenmelidir ki ölüm, şair olmayanı şair yapmaz; yaşarken yazdıkları şiirse, öldüğünde de öyledir. Değilse değildir ama! Yaşasa da, ölse de şair olan Nilgün Marmara’nın “Kırmızı Kahverengi Defteri”nin sayfaları arasında geziniyorum: “Bir yaşamın bir düşe eklenmesiyle, bir düşün bir yaşamdan çıkarılmasının hiçbir ayrımı yok” derken, yukarıda sözünü ettiğim “hayatı yâdsıma” ya somut bir örnek veriyor. O, yadsıdığı içindir ki, “yaşamın düşe eklenmesi ile bir düşün yaşamdan çıkarılması” umurunda değil; “ayrımı yok” diyor zaten... Çünkü düş oldukça peşi sıra insan da! Yaşayanlar, yani yadsımalarının dozajını daha minimum tutanlar biliyorlar ki, yaşamın sayfaları düşsüz aralanamıyor... İlle de düş eklenecektir ki yaşama, günlerin eteğine tutunsun insan... Ayrımı kalmadığında ise, elbette çekip gitmektir kalan... Eski okumalarımdan anımsıyorum: Mayakovski’nin, “yaşamın yeni bir şey olmadığını” söyleyen son şiirini bırakıp intihar edişinin ardından, Yesenin de ona bir anlamda yanıt veren şiirinde, “ölümün de yeni bir şey olmadığı”nı yazıyor, ama o da yaşamına intiharla son veriyordu... Çoğu yazın adamı için yazmak, acı çekmenin bir başka biçimidir; çünkü yazanın tanıklığı da, sanıklığı da çokça acının güzergâhıdır... Şairin kendi iç sarsıntılarına hayatın sarsıntıları bulaştıkça da ortaya genellikle iyi dizeler çıkar... Hayat ise, şairin bütün duyarlığını, kılcal damarlarına dek her şeyini pupa yelken şiire bıraktığı o ‘an’ lardaki gibi naif, zarif yaşanmaz; katı, hor ve inciticidir hayat... Bu yüzden yaşadıkça yaralanılır, yaralandıkça da yazılır... Kendi adıma ben böyle yaşıyor, böyle yazıyorum; bu yüzden bildiğim de böyle oluyor... Neyi biliyorsan o vardır zaten... Pavese der ki: “Bir insan acı çekiyorsa, başkaları bir sarhoş gibi davranır ona. Hadi, kalk bakalım, yeter artık!” Oysa duyumsanarak, hak edilmiş, öyle gerekmiş veya gerektirilmiş biçimde çekiliyordur acı; bir insanı acıdan kaçırarak, ona kendini kandırması, yüzleşmesinin ertelenmesi neden, ne hakla önerilir? Sevinmek de bir insanlık haliyse, ona neden engel olunmaz o halde? Nilgün Marmara’da acı çekerek yazmış, yaşamış ve kendini alıp yitmiş şu kısa yeryüzü konukluğundan... Herkesin acısını sorma, ifade etme biçimi üslubuyla, bilinciyle orantılıdır; herkes kendi diliyle sorar acısını... Biçimde, içerikte benim şiir anlayışımla, acıyı sormamla, sorgulamamla Nilgün Marmara’nın ki doğrusu çakışmıyor, ama onu anlıyor ve üstüne üstlük onunla boynumuza borç sayıldığı üzere acının hesabını sormak, onu sorgulamak fikrinde buluşuyorum. O da kendi diliyle sormuş: “Acının ilk pazarı bitimsiz yer sarsıntısı. Dönüşsüz ve yaygın. Bu sarsıntıda ruha hiç pencere açılmaz; sökülen yerlerinden edilmeye çalışılan gölgelere, göllere! Göt laleleri bu güzellikler! Nedir bu rezillikler?” Nilgün Marmara’nın bende bıraktığı hayranlık duygusunun peşinden giderken, hakkında pek fazla bilgi edinemedim. Bir gün Cezmi Ersöz’ün evinde güzel bir fotoğrafına rastladım; hüznün ve şiirin bir kadın yüzüyle muhteşem buluşmasıydı onun bütün fotoğrafları... Bir de, ölümünden önce Mine Urgan’ın oğlu Mustafa Irgat’ın sevgilisi olduğunu öğrendim... Yaşasaydı, sanırım ben de her şeyi göze alarak o yüzdeki şiirin ve hüznün peşinden giderdim... 1987’de onun intiharından sonra, 1995 yılında Mustafa Irgat da bir trafik kazasında yitirmiş yaşamını... Onun da “Ait’siz Kimlik Kitabı” adıyla yayımlanmış bir şiir kitabı var. İkisini de kısa biyografileri ve şiirlerinden örneklerle “Son Çeyrek Yüzyıl Şiir Antolojisi” adlı çalışmama burkularak almıştım.

İşte Nilgün Marmara, bir kadın, bir şair ve bir cüret güzelliğidir... Gündelik hayatın sığ sularından diplere, en diplere açılmış ve acının dip kısmında vurgun yemiş o güzellik, “hayat” demiş: “Hep yüzünle seviştik, tersinin hatırı kaldı...” A. Camus gibi “Tersi ve Yüzü”nü yazmış, öyle bakmış, rest çekmiş! “Kıyamet koparken bile fidan dikiniz” diyen Nilgün Marmara’yı, yaşamın onu dışına, ötesine iterek aldattığını düşüneceklere demeliyim ki, belki de ölerek o aldatmıştır yaşamı, ne dersiniz? Belki bu yüzden geride platonik aşklara çok uygun bir imge de bırakmış... Geride bir “Kırmızı Kahverengi Defter” kalmış. O, “göğünü yitiren bir yıldız gibi” kalmış; oysa bizler, hâlâ yıldızlarını yitirip duran gök olduğumuzu sanıyoruz...

"Yılmaz Odabaşı"


Mazzy Star - Into Dust


Bookmark and Share

6.10.2011

Child Psychology


Doğada her 100 kız çocuğuna karşılık 105 erkek doğuyor. İlk insandan beri değişmeyen bu oran, bazı doğal nedenlerden 104’e veya 106’ya 100 olabiliyor. Ancak bilim insanları bu eşiğin altında ya da üstünde doğum oranlarının dışarıdan müdahale anlamına geldiği konusunda hemfikir. Bu müdahale toplumların dengesini bozacak kadar vahim hale geldi.
Gazeteci Mara Hvistendahl, “Unnatural Selection” (Doğal Olmayan Seleksiyon) isimli kitabında kız çocuk doğumlarına yapılan müdahaleyi anlattı. Amerikan Wall Street Journal gazetesinin de geniş yer ayırdığı kitap, kız çocuk sayısının azalmasının nedenlerini ve olası sonuçlarını araştırıyor. Kızlar tercih edilmiyor. Hindistan’da bugün her 100 kız çocuğa karşılık 112 erkek dünyaya geliyor. Kız çocukların tercih edilmediği ve tek çocuk politikası nedeniyle ailelerin sık sık kürtaj yoluna gittiği Çin’de her 100 kız çocuğuna karşılık 121 erkek doğuyor. Bazı kasaba ve kentlerde bu oran 150’ye kadar çıkıyor.
Ancak Çin ve Hindistan tek suçlular değil! Azerbaycan’da 115 erkeğe, Gürcistan’da 118 erkeğe, Ermenistan’da 120 erkeğe karşılık 100 kız doğuyor. 1970’li yıllarda anne karnındaki bebeğin cinsiyetini öğrenmenin mümkün olduğu günlerden beri devam eden kız çocukları aldırma trendini istatistiki olarak inceleyen gazeteci, bugüne kadar dünyada 163 milyon kız çocuğun doğmadan aldırıldığını hesapladı. The Economist’in “100 milyon kız bebeğe ne oldu?” başlığıyla kapak yaptığı makaleye göre, büyük çoğunlukla Çin’de 100 milyon kız bebek ya daha doğar doğmaz öldürüldü ya doğmadan kürtaj yoluyla alındı ya da görmezden gelindi. The Economist, 100 milyon sayısına Çin’de tek çocuk politikası uygulanmadan önceki “doğan kız/erkek bebek oranı” verileriyle günümüzdeki oranları karşılaştırarak ulaşıyor. Ultrason, Hindistan ve Çin’de artık yoksulların bile ulaşabileceği bir teknoloji, dolayısıyla kız çocuk istemeyen aileler sıklıkla kürtaja başvuruyor. Hindistan’da ultrasonun reklamını yapan doktorlar, “Bugün 5000 rupi ödeyin, yarının 50000 rupisini kurtarın” diyerek evlenecek kızları için çeyiz masrafını karşılamak zorunda kalacak ailelere sesleniyor. Aynı zamanda, geliri yüksek ve daha iyi eğitimli ailelerin çocuklarında dengesizlik daha fazla oluyor çünkü daha az çocuk yapan bu aileler erkek çocuğu tercih ediyor.
Çinli yazar Xinran Xue, “Bilinmeyen Bir Çinli Anneden Mesaj” kitabında yeni doğan bir kız çocuğun öldürülmesine tanık olduğu anı şöyle anlatıyor: “Henüz mutfağa oturmuştuk ki yan odadaki kadının acı iniltisini duyduk: İçerden gelen çığlıklar yükseldikçe yükseldi. Sonra bir adam aksi bir sesle suçlarcasına ‘İşe yaramaz şey!’ dedi. Bir anda arkamdaki pis su kovasından bir ses duydum. Kovada bir ayak gördüm. Bu bir cinayet desem de yaşlı bir kadın ‘Buralarda kız çocuk doğurmak matah değildir, bu civarda erkek çocuk olmadan hayatta kalamazsın’ dedi.”
Gözümüz aydın bu dünyanın çivisi çoktan çıkmış, haberimiz yokmuş gibi davranmaya devam ediyoruz.


Black Box Recorder - Child Psychology

5.10.2011

Ortaya Karışık Çoban Salata



Son günlerde kimler çıkmış, hangi parçalar dinleniyor sağda solda. Mutlaka seveceğiniz bir şey çıkar diyerek, ortaya karışık bir seçki sunuyorum. Afiyet olsun...


No Ceremony - Hurtlove

Visions of Trees - Sirens

Amateur Best - Ready For The Good Life

James Blake - Enough Thunder

Nite Jewel - She’s Always Watching You

Southern Shores - Take Me Anywhere

Body Language - Seeds of Sight

New Look - Janet

Video : The Bridal Shop - Ideal State


Şu içimdeki dizginlenemeyen İsveç sevgisi nedir bilmiyorum. The Bridal Shop İsveçli bir grup ve özetle New Order'ın içine melankoli kaçmış bir tarzda büyüleyici bir müzik yapılarlar. New Order'dan tanıdığımız elektronik ritimlerin shoegaze atmosferiyle bütünleşmesi ve sizi alıp uzak diyarlara sürüklemesi. Dışarıda gürül gürül akan bir dünya, şehirler, sokaklar, isyanlar, devrimler, Amerikan Baharı, Brookly'den Son Çıkış, kadınlar, tarifsiz müzikler, çiçek, böcek, aşk diyorum. Hey ben kime diyorum..


The Bridal Shop - Ideal State


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...